Mustafa Kemal ATATÜRK Kimdir?
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK (D. 1881, Selânik Ö.
10 Kasım 1938, İstanbul)
Asker, devlet adamı, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanı.
Cumhuriyetimizin kurucusu, kahraman asker
ve büyük devlet adamı Atatürk’ün kökenleri Karaman Beyliği’ne
uzanmaktadır. Babasının ailesi, Anadolu'nun Türkleşmesinde önemli
rol oynamış olan "Kızıl-Oğuz" ya da "Kocacık Yörükleri” denilen Türkmenlerden geliyordu.
Fatih Sultan Mehmed’in padişahlığı döneminde parçalanan Karaman Beyliği’nin
Yörük aşiretlerindendiler ve Karaman’ın Taşkale Köyü’nden Rumeli’ye göç
ettirilmişlerdi. Atatürk'ün büyük dedesi olan Kırmızı Hafız Efendi,
anne tarafından “Gulalar” baba tarafındansa “Pınarlar” olarak anılan ailelerin mensubuydu. 1850
yılında, Hafız Ahmet Efendi kardeşi Hafız Mehmet Emin'le birlikte ticaret
amacıyla Manastır şehrine gelmiş, daha sonra da Selanik’e yerleşmişti.
Atatürk’ün anne tarafının kökenleriyse,
Orta Anadolu’dan getirilerek Batı Makedonya'nın Sarıgöl Bucağı'na
yerleştirilen, daha sonra Selanik'in Lankaza(Lagaza) bölgesine göç eden ve “Evlad-ı Fatihan” olarak anılan yörüklere uzanıyordu.
Atatürk'ün büyükannesinin adı Ayşe, dedesi ise Sofi-Zade Feyzullah efendiydi, Hasan ve Hüseyin
isimlerinde iki çocukları vardı.
Mustafa Kemal ATATÜRK, 1881 yılında, Selanik'in Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi üzerinde bulunan evde dünyaya geldi.
Ali Rıza Bey, çocukken kazayla beşikten düşürüp ölümüne yol açtığı ve hiç
unutmadığı kardeşinin ismini yeni doğan oğluna verdi: Mustafa. Atatürk mütevazı
bir aileden geliyordu. Onun bu özelliğinin ileride halkın nabzını tutmasını
bilmesinde, halkın eğilimlerini sezmesinde büyük faydası olacaktı. Yakınları
onun bir halk çocuğu olmakla övündüğünü ifade etmişlerdi.
Atatürk, okul çağına geldiğinde, eğitimi
konusunda annesiyle babası arasında görüş ayrılığı belirdi. Geleneklere bağlı
olan ve Hacı Sofi gibi dinine bağlı bir aileden gelen Zübeyde Hanım, eğitim
sisteminin karışık olduğu bu dönemde, Atatürk’ün dini eksende eğitim veren
Mahalle Mektebi'ne gitmesinde ısrarcı davranıyordu. Ali Rıza Bey'in tercihi ise
yeni açılan ve döneme göre oldukça modern bir anlayışla kurulan Şems i Efendi İlkokulu’ndan yanaydı. Zira okulun
kurucusu olan ve okula kendi ismini veren Şemsi Efendi, okulunda ezbercilik
yerine katif metodu uygulatıyordu, ayrıca okulun kız bölümünü de açmış olan
aydın bir eğitimciydi.
Ali Rıza Bey'in önerisiyle okul
konusundaki ikilem çözümlendi. Buna göre Atatürk, önce ilâhîlerle ve dinî bir
törenle mahalle okuluna başlayacak, birkaç gün sonra da Şemsi Efendi okuluna
geçecekti. Şemsi Efendi Okulu’nda dönemin mahalle okullarından farklı olarak
yeni öğretim metotları uygulanmakta ve kara tahta, tebeşir, silgi, öğretmen
masası, okumayı kolaylaştıracak levhalar gibi yeni araçlar kullanılmaktaydı.
Ali Rıza Bey hastalandı ve 1888’de
hayatını kaybetti. Babası öldüğünde Atatürk 7 yaşında, kız kardeşi Makbule ise
henüz 3 yaşındaydı.
Babasının ölümü üzerine okuldan ayrılmak
zorunda kalan Atatürk ve ailesini zor günler bekliyordu. Eşini kaybettiğinde
kızı Naciye’ye hamile olan Zübeyde Hanım, 1890’ta doğum yaptı. Maddî durumu
yetersiz olan Zübeyde Hanım çocuklarını alarak Langaza’da tarım işiyle uğraşan
ağabeyi Hüseyin Ağa’nın çiftliğine yerleşti. 1901 yılında Atatürk’ün kız
kardeşi Naciye, verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti. Babasını ve kısa
bir süre sonra kız kardeşini kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşayan Atatürk’ün,
dayısının çiftliğinde ailenin erkeği olarak aldığı sorumluluklar artmıştı.
Çiftlikte geçen bu dönemde Atatürk doğayla iç içe oldu, dayısına işlerinde
yardımcı oldu. Ancak Zübeyde Hanım oğlunun iyi bir eğitim görmesini sağlamak
için halasının yanına, Selanik’e gönderdi.
Selanik’teki halasının yanına taşındıktan
sonra Mülkiye İdadisi'ne kaydolan Atatürk, bu okulda Arapça
öğretmenliği yapan Kaymak Hafız’dan sopa ile dayak yiyince, zaten orada
okumasını istemeyen büyükannesi onu derhal okuldan aldırdı. O dönemde okul
formasını çok beğendiği komşularının oğlu Askeri Rüştiye’ye gidiyordu. Ona
özenen Atatürk, asker olmasını istemeyen annesinin karşı çıkmasına rağmen,
gizlice, Selanik Askeri Rüştiyesi'nin sınavına girdi. Sınavı
kazandığı haberini alan Atatürk 1893’te yine gizlice bu okula kaydını yaptırdı.
Selanik Askeri Rüştiyesi'nde, oldukça başarılı olan Atatürk sınıf başkanıydı ve
üstün zekâsıyla matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi’nin de dikkatini
çekiyordu. Genç öğrencisinin yeteneklerinden oldukça etkilenen Yüzbaşı Mustafa
Efendi onu benzersiz kılmak için adına “Bilgi ve erdem bakımından
olgunluk ve eksiksizlik” anlamına gelen Kemal ismini ekledi. Genç
Mustafa, o günden sonra Mustafa Kemal olmuştu.
Atatürk, İstanbul’a gelerek 13 Mart
1899’da Harp Okulu’ndaki eğitimine başladı. Okula başladıktan 2 ay
sonra arkadaşları arasında sivrilerek sınıf çavuşu oldu. Burada yıllarca dost
kalacağı arkadaşları Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz’le tanıştı.
Harp Okulu’ndaki birinci yılı gençlik hayalleri ve çok sevdiği İstanbul’un
çarpıcı havası içinde geçiveren Atatürk, sınavlarını başarıyla vererek ikinci
sınıfa başladı. İlk yıl, ağırlığı sosyal hayata vermesine rağmen oldukça
başarılı olan Atatürk, İkinci ve üçüncü sınıflarda dersleriyle çok daha fazla
ilgilenmeye başladı. Zira Harp Okulu’nda dereceye girmek oldukça önemliydi.
Çünkü kurmay sınıfına ayrılmak okulda üstün başarı göstermekle mümkündü.
Atatürk, 3. Sınıfta 459 öğrenci arasından 8. olarak dereceye girdi ve
kurmaylığa hak kazandı. Mustafa Kemal 10 Ocak 1902’de teğmen rütbesi
ile Harp Akademisi'nde öğrenimine başladı.
Atatürk ilk görevi için Şam’a gönderildi. 1905–1907 yılları arasında Şam'da 30.süvari alayında bölük komutanı olarak görev yaptı.
Atatürk ilk askeri tecrübesini yaptığı Şam’daki görevini 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olarak tamamladı.
Daha sonra Manastır'da III. Ordu'ya atandı ve 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren
Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkan olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya
gönderilen Atatürk, Picardie Manevraları'nakatıldı.
1911’de, İtalyanların
Trablusgarp'a hücumu ile başlayan Trablusgarp Savaşı'nda, Atatürk bir grup
arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev
aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşı'nı kazandıktan sonra 6
Mart 1912'de Derne Komutanlığı’na getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Atatürk, Gelibolu ve
Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı, Dimetoka
ve Edirne'nin geri alınışında önemli hizmetler verdi. 1913 yılında
Sofya Ateşe Militerliği’ne atandı ve 1914 yılında yarbaylığa
yükseldi.
1914’te Birinci Dünya
Savaşı başlamıştı ve Osmanlı İmparatorluğu da savaşa girmek zorunda kalmıştı. Atatürk, 19. Tümen'i kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nı geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması
ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25
Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan Liman Von Sanders yönetimindeki düşman
kuvvetlerini, Atatürk’ün komuta ettiği 19. Tümen, Conkbayırı'nda durdurdu. Çanakkale’de kahramanca savaşan Atatürk, "Çanakkale
geçilmez!" sözünün de doğduğu bu büyük askeri başarısıyla albaylığa
yükseldi.
İngilizler 6–7 Ağustos 1915'te
Arıburnu'nda tekrar taarruza geçmişlerdi. Anafartalar Grubu Komutanı
Atatürk, 9–10 Ağustos'ta komuta ettiği ordusuyla Anafartalar Zaferi'ni kazandı.
Bu zaferi 17 Ağustos'taki Kireçtepe ve 21 Ağustos'taki II.
Anafartalar Zaferi takip etti.
Atatürk, Çanakkale Savaşları’ndan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi ve Ruslarla
savaşarak mus ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve
Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a giden Atatürk,
Veliaht Vahdettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu.
Bu seyahatten sonra hastalanıp, Viyana'ya ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. Atatürk, 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak geri
döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı kahramanca savaştı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim
1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na getirildi ve daha
sonra bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a
gelip Harbiye Nezareti’nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf
Devletleri'nin Anadolu'yu işgal etmeye başlamaları üzerine, Atatürk, 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı.
22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını"
ilan edip, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi’ne başkanlık etti. 23 Temmuz - 7
Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi öncesinde, Osmanlı ordusunu bırakıp, Kuvayi Milliye lideri oldu.
Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı olan
Atatürk, anayasa gereğince dört yılda bir yeniden yapılan cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde 1927, 1931, 1935 yıllarında olmak üzere üst üste toplam 3 kez TBMM
tarafından cumhurbaşkanı seçildi. Atatürk, 15–20 Ekim 1927 tarihleri arasında
Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük yapıtı Nutuk'u (Söylev), 29 Ekim 1933 tarihinde de Onuncu Yıl
Nutku'nu okudu. Nutuk, ulusal mücadelenin kimlere karşı, niçin ve nasıl
verildiğini anlatıyordu ve mücadelenin Cumhuriyet kurulduktan sonraki
aşamasında yapılması gerekenler konusunda da önemli bilgiler veriyordu. Türkiye
için oldukça değerli olan bir konuşmaydı.
2587 sayılı kanunla 24 Kasım 1934
tarihinde ülke için yaptıkları, kazandığı zaferler
ve Türklerin babası olması dolayısıyla Mustafa Kemal'e Atatürk soyadı
verildi.
Ancak 1937 yılında sağlığıyla ilgili
olarak olumsuzluklar ortaya çıkmaya başladı.
Atatürk genç yaştayken, Manastır Askerî
İdadisinde öğrenim görürken ciddi bir sıtma hastalığı geçirmişti. Trablusgarp’a
giderken attan düştüğü için İskenderiye’de tedavi gördüğü Salih Bozok’un
anılarında dile getirilmişti. Derne savaşlarında ise gözünden yaralanmış ve
Viyana’da tedavi görmüştü. Büyük Harp sırasında başlayan böbrek rahatsızlığı
ise uzun süreler devam etmiş, 1918’de Avusturya’da Karlsbad kaplıcalarında
tedavi görmüştü. Atatürk’ün Millî Mücadele yıllarında da böbrek sancılarının
devam ettiği, Sakarya Savaşı öncesinde üç kaburga kemiğinin kırıldığı
bilinmekteydi. 1924 ve 1927 yıllarında, Cumhurbaşkanlığı döneminde, kalp
rahatsızlıkları geçirdiyse de gerekli tedaviler sonucunda sağlığına kavuşmuştu.
1936 yılında soğuk algınlığı sonucu ateşli bir akciğer rahatsızlığı geçirmesine
rağmen, oldukça sağlıklı görünmeyi başaran Atatürk, savaşın, mücadelenin ve zor
koşulların olumsuz etkilerine rağmen yıllara meydan okuyordu. Ancak bu zorlu
süreçler onu çok yıpratmıştı. Dolayısıyla 1937 yılının başlarından itibaren
Atatürk’ün sağlık durumu bozulmaya, rahatsızlıklar kendini göstermeye
başlamıştı. Ancak Atatürk, bu belirtilere yeterince önem vermemiş, ülke
çıkarlarını kendi sağlığından üstün tuttuğu için geçici tedbirlerle yetinmişti.
Atatürk 1 Şubat’ta Gemlik Suni İpek
Fabrikası’nı, 2 Şubat’ta Merinos Fabrikasını açmak için Bursa’ya gitti. Fabrika
açılışlarını yapıp, düzenlenenbaloya katılan Atatürk, ertesi gün
dolmabahce-sarayi’na döndüğünde bitkindi. Zatürreye yakalandı ancak on günlük
bir tedaviden sonra sağlığına kavuştu.
25 Şubat 1938’de Ankara’da gerçekleşen
Balkan Antantı toplantısına katıldı, Balkan devlet adamları ile uzun görüşmeler
yaptı. Ancak tüm bu çabalar ve yoğunluk onu yormaya devam ediyordu.
Hastalığının artması üzerine, 6 Mart 1938’de, Türk doktorları tarafından bir konsültasyon
yapıldı ve Fransa’dan da tanınmış uzman Prof. Dr. Fiessinger davet edildi. 28
Mart 1938’de siroz teşhisini doğruladı.
Hükümet ilk defa 30 Mart 1938’de,
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün hastalığı ile ilgili resmî bir bildiri yayınladı.
Bildiride, Fiessinger’in muayenesi sonucunda Atatürk’ün sağlığında endişe
edilecek bir durum olmadığı ifadesi yer alıyordu.
1 Kasım 1938’de TBMM toplantısının açılış
konuşmasını Atatürk’ün yerine Celal Bayar okudu ve Atatürk yakınlarıyla en son
6 Kasım tarihinde görüştü. 7 Kasım’da karnına 3. defa ponksiyon yapılarak su
alındıktan sonra 8 Kasım’da Atatürk tekrar ağır bir komaya girdi. Saat 19
dolaylarında başlayan koma gittikçe ağırlaştı. Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği 9 Kasım 1938’de saat 24’de yayınladığı bildiride “Umumî durumunun
tehlikeli bir hal aldığı” nı vurguladı.
10 Kasım Perşembe günü tüm Türkiye
Cumhuriyeti ve dünya tarifsiz bir yasa boğuldu. Sevgili Atatürk, kendisini
tedavi etmeye çabalayan hekimlerinin gözyaşları arasında, saat 9.05’te hayata
veda etti.